Pazartesi, Aralık 07, 2009

Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım

Bugün sabah kalktığımda diğer sabahlardan farksız olduğunu düşünmüştüm günümün. Monoton.. Yorucu.. Ve yer yer sıkıcı..
Her nedense telefonumda almış olduğum notları açtım yatağımda hala uzanırken. Kulağıma bi ses bunu yapmamı fısıldamıştı sanki.
Notlarımın arasına sıkışmış bi cümleye rastladım, yani bi sese: 'Kolay yol ve doğru yol vardır.' Sanki biri odaklanmamı sağladı o an hayatıma. Biri parmağını şıklattı o an adeta yanımda.
Işık hızıyla geçmişime daldım ve geri döndüm. Uzun süredir belki de içimde aradığım söz buydu. Gün içinde çok yoğun olmama rağmen aklımın bi köşesinde döndü durdu bu cümle.
Bugüne kadar seçmiş olduğum kolay yolları düşündüm ve tabiiki doğru yolları.
Sorguladım kendimi bir süre; üzerinde yürüdüğüm yol kolay mı acaba diye.
Bazen kolay yollar aslında doğru yollar mıdır diye düşündüm.
Anlamışsınızdır hala cevapları da bulamadım. Belki de itiraf edemiyorum hala kendime.
Şimdiye kadar çok kolay yol seçtim bu kesin. Çok da acı veriyor bana bunları bilmek. Bazen de bile bile yapmış olmak.
Zaten son zamanlarda içimde duyduğum şey ağırlıklı olarak acı. Biri düzenli aralıklarla beynimin acı lobuna basıyor sanki. Kalbim ona göre siyah akıyor.
İnsanın yaşadığı şeyler bazen ağır geliyor. Taşımakta zorlanıyor. Çıkmaza düşmemek için denizin derininden nefesini olabildiğince tutup yüzeye çıkmaya çalışıyor azimle.

Çok garip bi yazı oldu bu değil mi ? İçim karışık şu an sevgili okur.

Bu 'bana' bi sesleniş aslında aldırmamaya çalışarak.
Sorgulamaya, asıl beni açığa çıkarmaya uğraşarak.
Belirsizliği aynanın karşısına oturtmaya çabalayarak.
İnsanın derinindeki yalnızlığıyla barışmasını sağlayarak..

Net günlere!

Salı, Aralık 01, 2009

...

Çocuk...
Sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin.
Topla kalbini cadde cadde, sokak sokak...
Kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından...
Bakma yüzlerine hiç...
Görme onları...
Çocuk bu kez ağlama...
Bu kez git.


Gölgeni, ismini sil yavaş yavaş...
Giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının...
Kalbini, kendini sök yavaş yavaş...
Giderken bu kentten sakın ağlama sus...

Unut!
Ne yaptı sana!
Unut!
Ne söyledi!
Unut!
Ne varsa vazgeçtiğin...

Yüzünde korkularla...
İçinde çığlıklarla...
Kalbinde simsiyahlar…
Nereye gidiyorsun?

Hep bu şarkılarla...
Kıymetsiz dualarla...
Utanmaz bir yağmurla…
Nereye gidiyorsun?

Yolları, duvarları geç yavaş yavaş...
Giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını...
Ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş...
Giderken, terk ederken savur yüzüne yalnızlığının...

Ve unut ne yaptı sana!
Unut neler anlattı!
Unut ne varsa vazgeçtiğin!

Yüzünde korkularla...
İçinde çığlıklarla...
Kalbinde simsiyahlar…
Nereye gidiyorsun?

Hep bu şarkılarla...
Kıymetsiz dualarla...
Utanmaz bir yağmurla…
Nereye gidiyorsun?

Yüzünde korkularla...
İçinde çığlıklarla...
Kalbinde simsiyahlar…
Nereye gidiyorsun?

Bu sahte baharlarla,
Kıymetsiz dualarla...
Utanmaz bir yağmurla…
Yine mi gidiyorsun?


Çocuk...
Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği...
Ve her gözyaşının altında bir dua kimsenin duymadığı...
Çevir gökyüzüne başını...
Bakma arkana!
Daha sert basa basa, daha güçlü!
Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla!
Gitmek yenilmek değil kazanmak da!
Gitmek gitmektir işte...
Hepsi bu.

Cuma, Kasım 27, 2009




Tüm dostlarımın bayramını kutluyorum.

- Posted using BlogPress from my iPhone

Perşembe, Kasım 26, 2009

Zaman


Geri dönmeme 2 gün kaldı.
Umarım benim yazmaya duyduğum özlemi siz de okumaya duyuyorsunuzdur.

Hepinizi çok seviyorum.
Hayatımda olduğunuz için teşekkürler..

Unutmayın: bazı şeyler başkalarına sorulacak şey değil, içine bakınca görülecek şey..

Cuma, Kasım 13, 2009

Bi Yolun Yolcusu




Hayatimin belki de en onemli asamalarindan birinde adim adim ilerlerken yolumda, malesef ruhumu ikinci plana atmak zorunda kaldim.
Aslinda bilerek ve isteyerek.
Hal boyle olunca da ruhumu da paylasmak dustu ikinci plana. Siz sevgili okurlarim anlayislisinizdir bilirim.
Affiniza siginiyorum ve 2 hafta sonra donusum muhtesem olacak diyorum.

Se'z'giyle kalin..



- Posted using BlogPress from my iPhone

Çarşamba, Kasım 04, 2009

Aşk

Elif Şafak'ınki gibi kısa ve öz olacak başlığım. Aşk.. İlk defa yazımı bitirmeden yazdım başlığımı. Çünkü ilk defa yazacaklarımın sonunu kestirebiliyorum.

Dün bitirdim Aşk'ı. Sonunda. Herkes çok yazdı çizdi hakkında. Çoğu da güzel şeylerdi, eleştirenler azınlıktı.

Açık söyliyim ben hiç yorum okumadım Aşk hakkında. Hemen çevirdim sayfayı. Sanırım etkilenmek istemediğimden. Her ne kadar ben objektif olurum desem de olamayacağımı bildiğimden. Kendime yalan söyleyemediğimden.

Elif Şafak'ın daha önce bi kitabını okumadım açık söyliyim. Baba ve Piç aylarca elimde dolandı durdu. Ama hiç açılmadı kapağı. Son 3-4 senedir kitap okuma alışkanlığım düşüşte olduğundan tabi. Yoksa O'nunla bi ilgisi yok. Uzun zamandır başladığım biçok şeyi bitiremediğimden.

Bu yaz başı koydum kafama. Aşk'ı okuyacaktım. Nereye baksam onu görüyordum zaten. Kitapevi vitrinleri, kafede masa üstünde, sahilde güneşlenen bi kadının elinde, otobüste uyuyakalmış bi gencin kucağında..
Belki de bu yüzden olacak ki erteledim okumayı. Başladım başladım bitiremedim. Araya başka kitaplar soktum ama hiçbirini bitiremedim. Hep çantamda taşıdım ama sayfaları ilerletemedim.

Bir gün çok sevdiğim bi köşe yazarını okurken onun da aynı benim gibi olduğunu gördüm. İsmini de veriyim Yonca Tokbaş. O da itiraf ediyordu yarım bırakmalarını ve Aşk'ı okuyamamasına ne kadar üzüldüğünü. O gün cesaretlenip önce O'na mail attım sonra da başucumda duran kitabın sayfalarını çevirmeye başladım. 100 sayfayı okumuştum bi çırpıda.

Sonra her  başladığım işe yaptığım gibi onu da ertelemeye başladım. Hep bir bahane bulundu devam etmemek için. Ana nedenini bilemedim içimde hiç, belki yüzleşmek istemedim bilmiyorum.

Sonunda kararlar verdim hayatımda. Başladığım şeyleri bitirecektim. Üst listeye de Aşk'ı koydum. Oturdum ve 3 günde bitirdim.

Şu an çok huzurluyum. Öncelikle bitirdiğim için. Ruhumu açtı benim, kendimi dinlememi sağladı, kalbimi arındırdı, daha bi özgür kıldı, bişeylere daha sıkı sarılmamı sağladı, yarını çok düşünmem gerektiğini anlattı, yeniden okuma, hep okuma isteği uyandırdı.
Ama aslolan Aşk'tır ya, daha çok ondan bu huzurum.
Aşk nedir diye sorardım ya ben. Hatta burdaki yazılarımın da bi kısmını içerirdi bu. Artık biliyorum neymiş:

Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk milad demektir. Şayet 'aşktan önce' ve 'aşktan sonra' aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir!

Rumi'nin bir şiiriyle olucak bu yazımın vedası:

Beri gel, daha beri, daha beri,
Bu hır gür, bu savaş nereye kadar?
Sen bensin, ben senim işte...
Ne diye bu direnme?
Topumuz bir tek inciyiz,
Başımız da tek, aklımız da tek.

Pazar, Kasım 01, 2009

Hata

Şu hayatta yapılan en büyük hata birine kendi gibi olmadığı için kızmak.
Niye böyle düşünmüyor?
Niye böyle yapmıyor?
Neden böyle davranmıyor?

Bunların aslında ana noktası var:
Niye beni düşünmüyor!?
Beni sevse bunu yapar mı?
Benim buna bozulcağımı bilmiyor mu?
Benim....?
Beni...?
Benim....?
Beni...?
.
.
.
Bu liste uzar gider. Ama demek istediğim açık değil mi ? Karşı taraftaki beklenti sadece sevgisi değil hiçbizaman.

Cumartesi, Ekim 24, 2009

Filmlerden Seçmeler

Hiç sizin de başınıza geldi mi ; bi anda sanki vahiy inmiş gibi benim şu filmi izlemem gerek dediğiniz. Sanki her filmin bi vadesi varmış da bugün o film dolmuş gibi.

Sizin başınıza gelmediyse ben söyleyeyim. Benim başıma geldi! Bazen sık sık gelir, bazen bi süre hiç uğramaz, arada naniiik yapar, bazense bi gün içinde bikaç kere gelir. Cebrail'in 'Oku' dediği gibi benim meleğim de bana 'İzle' der adeta.

Bazı filmler vardır. Sanki vadesizdir. Bir kere izler, unutuuur gidersin. Bi yerde dvdsini gördüğünde veya bi kanalda denk geldiğinde: Aa evet bunu izlemiştim, dersin. Ama ruhunda kalmış bi iz yoktur. Bi daha izleme hevesim hele hiç yoktur.

Bazıları vardır ki bi kere izlemekle yetinemezsin 1 saat, 1 gün, 1 hafta sonra tekrar izleyesin; tvde tekrarını görünce kanal değiştiremeyesin gelir (de gidi Digitürk deee). Dvdsini gördüğünde elin sürekli kapağına doğru gider, gelir. Ne gerek var canım izledim ben bunu, şimdi alıcam sonra diğerlerinin yanında süs görevi görmeye gidicek, dersin ruhuna, dinletemezsin. Küçük bir çocuk gibi içinde mızırdanır durur: İstiyorum yaaa , izliycem söz söz söööözzz.

Sanki o dvdyi alınca dünyalar benim olur. Sanki bulutların üstüne havalanırım o gün. Zıp zıp zıplar, kahkahalar atarım olur olmadık. Ey ruh sen nelere kadirsin! Alınınca da sanki hevesim kaçar. 1 kere daha sırf iç huzurum rahat etsin diye izlerim, sonra da hep ne zaman kapağıyla göz göze gelsem bi bahane bulurum: Şimdi işim var ; kitap okurum aynı filmi izleyeceğime; onun yerine şu film yeni onu izliyeyim; dışarı çıkıcam şimdi evde kalmayayım boşver...

O dvdnin orda durması bi yandan mutlu eder beni. Sanki eksik bi parçammış da o gelince yerine koyulmuş gibi olur. Her eksik parçanın eklenmesi gibi daha da tamamlar, daha da rahatlatır.

Tabi aslında hepimiz biliyoruz o filmleri neden sevdiğimi, sevdiğimizi. Hepimiz bi parça buluruz kendimizden. Ordaki bir yada bikaç karakterin yerine koyarız kendimizi. Onların verdiği sert bir tepki öfkelendirir bizi de ya da şevkati rahatlatır, sevgisi ruhumuzu okşar, saygısı gururumuzu.

Çoğu insan aşk filmlerini sever. Hatta daha çok romantik komedileri. Ben pek anlamam neden sevilir bu kadar. Belki aşık olmadığımdan. Onların o aşk uğruna savruluşları bana çok yapmacık gelir. Hele ki kurdukları duygu dolu anlamsız sözler; hele hele o espriler..

Komedi olmalarındadır belki de sorun. Aşk nedense hep can acıtmalıymış gibi gelir bana. O yüzden acılı aşk filmlerine bağlanırım ben. Onlar derinden etkiler beni işte. Hele sonunda bi de kavuşamasınlar. Oh demeyin ruhuma. Bakınız da nası burkulur içi, yanaklarından süzülür yaşlar, içli içli çeker burnunu. Romantik komediye ben dönüşürüm o an: Pijamalı saçını gelişigüzel topuz yapmış bi kız tv karşısında elinde bi tomar peçeteye sesli sesli sümkürüyor.

Asıl fantastik kurgulardır benim olayım. İyice uzak olsun dünyadan. Bambaşka bi gezegene, boyuta, zamana taşısın beni. Unutayum kendimi. O evrende soluk bulayım. Mesela Yüzüklerin efendisi! Ne kadar çok karakter olmuştum onu izlerken. Türkiye'de gösterime girdiği gün aldım soluğu sinemada her 3ünde de. Kitapları çoktan hatim edilmişti. Ama görsellik her zaman daha çok etkilerdi beni. Kah Gandalf oldum, kah Gollum, kah Frodo, kah Aragon.. Hatta bazen bin yıllık ağaç da mı olsam dedim ama sonra bulamadım kendimden bişey. Belki o kadar yaşlı olmak istemediğimden. Şu hayata sadece uğrayıp gitmek istediğimden..

Mesela Harry Potter vardır. Duyanların suratında alaylı bi gülümseme belirir. Çocuk kitabı o yahuu!! Ama hepimizin içinde zaten büyümeyen bi çocuk yok mudur ki ? Peki neden çocuk kitabı sizce? Çünkü gerçek dışı şeyler var dimi ! Peki o zaman itiraf ediyorum: Ben hayal kuruyorum, hem de her dakika. O zaman ben size göre hala büyüyememiş biri miyim, peki öyle olsun.

Ah o Harry Potter yok mudur. Beni alıııır, bilmediğim bi hayata götürür. Öyle bi hayat ki insanlar şekil değiştirebilir. Mesela bi çanta, anahtar, at.. Ya da biçim değiştirebilir. Mesela ben sen olabilirim ey okur. Korkma ama sadece görüntü olarak. Tabi bunların zorlu aşamaları vardır. Mesela 1 ay beklemem gerek benim senin gibi görünmem için. Bi karışım yapıcam 1 ay sonra senden aldığım bi tutam saçı atıcam falan filan. Sonra büyü de yapabilirim ben onların yanında. Karanlıkta ışık yakabilirim, kapıları kilitleyebilirim. Sporları bile farklıdır onların. Futbola da benzer beyzbola da. Ama uçarak oynarsın. Bir değil bir sürü top vardır oyunda ve bir sürü kale. Dersleri bile farklıdır onların biliyor musun? Bitki bilimi vardır mesela. Eeee ne var bunda bizde de var deme! Onların bitkilerini hiç görmedin ki sen hayatında. Mesela bi bitki vardır. Kökü öyle bi çığlık atar ki bayılırsın. Bayılmamak için kulaklık takarsın kulağına öyle değiştirirsin saksısını.

Komik mi ? Niye gülüyorsun? Ben böyle şeylerden heyecanlanıyorum işte. Gerçek olmayan..

Aklınızdan geçti biliyorum. Sen kesin Alice In Wonderland' i de seviyorsundur diyorsunuz içinizden. Taammmmm üstüne bastınız ayağınızı kaldırın zira tavşanın canı acıyabilir. Benim en sevdiğim çizgifilm karakteriydi Alice. Hatta çoğu zaman Alice diildi o, bendim. Ben gittim iksirler içtim büyüdüm, kurabiyeler yedim küçüldüm. Yapma dedilerse de merak ettim yaptım. Kraliçeye kafa tuttum beni saraydan atmasına aldırmadan.

Ve şimdi sevgili Tim Burton'ı bekliyorum. Hayalime hayal katması için. Çok değil mart ayında O'nun gözüyle izliycem kendimi. Ve burda da heyecanımı paylaşıcam izledikten sonra.

Ha şimdi bi dakka sen bugün hangi filmiz izlemek istedin peki? diye sorarsanız eğer. Garip ama 'Babam ve Oğlum' geçti içimden bugün. Ama izlemiycem.

Hayal gücünüz bol olsun

Çarşamba, Ekim 21, 2009

Viyana'da Olası Bir Gün

Viyana bildiğiniz gibi kültür ve sanatın kalbi olan bir şehir. Sanılanın aksine her sokaktan klasik müzik sesleri gelmese de, her sokakta görkemini, gücünü hissettirir insana.


Ama ben size bugün Viyana'nın coğrafı özelliklerinden bahsetmiycem. Nüfusundan da. Ve hatta sene içerisinde düzenlenen etkinliklerden de.. Zaten beni ziyarete gelmiş olanlar bilirler. Her ne kadar burada boş zamanlarımı rehberlik yaparak geçirsem de yakınlarıma tamamen kendi bakış açılarımı sunarım bi tarihi eseri anlatırken ki bunlar da ne yazık ki olumlu değildir : ) Henüz bu şehre gelip de ben gezdirdikten sonra aşık olup dönen görülmedi tarihte !!


Burada yaşadığım süre içerisinde belki de başka hiçbir şehirde başıma gelmeyecek olan çok komik olaylar zincirinin içinde yer aldım. Bunlardan biri de bu hafta içinde yaşandı. Bu günü hem kendime unutturmamak hem de sizinle paylaşmak için buraya taşımak istedim.


Bahsettiğim gün sabah dersim vardı: Accounting Management Control. Uyanıp, hazırlanıp okulun yolunu tuttum. Diğerlerinin aksine sabahın köründe ders vardı vs demiycem zira ben erken kalkarım hep. Hayat tarzım bu. Bu yüzden de sabah olan dersleri hep çok sevmişimdir. Neyse konuyu saptırmayalım. Dersten çıktığımda saat 13tü. Evet uzun bi dersti ama o kadar keyifliydi ki zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Buna tabiiki yanına oturduğum Avusturyalı yavrucağın benimle ders içinde olan ilgisinin de katkısı olmuş olabilir. Şöyle ki masamızla öndeki koltuk arasında kalan aradan gelen soğuk havadan üşümemem için atkısını feda etti diyebilirim e dostlar : )


O gün Ebru (ev arkadaşım, canım, ciğerim, herşeyim ) ve benim kadın doğum doktoruyla randevumuz vardı. Alla allaa hayırdır yahu demeyin, önemli bişey yok ! Cilt doktorumuz kontrolünde başlayacağımız akneler için alınan bi ilaç için malesef kadın doğum doktoruna gidip hamile olmadığımıza dair bi kağıt almamız gerektiğini söyledi. Her ne kadar sevgili cilt doktorumuza hamile olmadığımızı anlatmaya çalışsak da tipik kuralcı bir Avusturyalı olarak bu açıklamalarımız reddederek bizi doktora yönlendirdi. Prosedür buymuş, illaa alıncakmış, onun elinden gelen bişey yokmuş. Caaaağğnım yurdum doktoru böyle mi yapardı? Tabiiki hayır. O an içimden bi ah çektiğim anlardandı ülkemi düşünerek.(varan 1)


Naapalım biz de büktük boynumuzu bi doktor bulduk ve randevumuzu aldık. Fakat ders sonrasıyla doktor arasında daha vakit vardı. Ama eve dönsem olmaz, okulda kalsam olmaz, değişik bir zaman dilimi. Ebru'yu aradım. O da çıkmış dersten. En güzeli mağazalara bakalım dedik! Daha güzel zaman öldürülebilir mi ki : ) İndik Stephansplatz'a o kıyafet senin bu çanta benim başladık gezmeye. Bir gün önce klasik iklimleri sayesinde kırılan şemsiyemi düşünerek uygun bir şemsiye almaya karar verdim. Zira artık şemsiyelere beş kuruş vermem, gitti dünyanın parasına aldığım şemsiye bi rüzgarın uğruna abbbooovvv !!


İşte herşey böyle başladı. Biz Ebru'yla ne zaman bir araya gelsek başımızdan komik olaylar geçer. Biz zaten malum Purple and Brown'u aratmayız, sürekli kıkırdayan, geyiğin sınırlarını ciddi anlamda zorlayan insanlarız.


Hadi amaaaa gir konuya dediğinizi duyar gibiyim. Tamam tamam..
Mağazada şemsiyelerin olduğu yere gittim ve bi şemsiyeyi kontrol amaçlı açıyorum ( dilim yandı ya illa sağlam alıcam ). Bir kadın yanaştı yanımıza bana bakıyor bir de şemsiyeye. Ebru'ya türkçe dedim ki: 'Ne bakıyor bu kadın? Salak mı ne ?' Bu arada göz ucuyla kadına bakıyorum ve amacını anlamaya çalışıyorum. Hayır şemsiyelerin önünde dursam değil, geniş bir alan var. Yok, kadın bildiğim mal gibi gözünü dikmiş bakıyor. Neyse fesupannallaaaaaahhh diyerek o şemsiyeyi kapatıp diğerine geçtim. Kadın biraz daha yaklaştı yanıma. Bildiğin inceliyor benimle şemsiyeyi. Ebru dedi ki bu sefer: 'Gel yahu şurda bakalım, bakalım napıcak.' Biz ilerledik ve bu kadının göremeyeceği bi köşeye geçtik. Bilin bakalım ne oldu a dostlaar! Kadın uçarak yanımıza geldi ve benim şemsiyeyi açışımı ve kapatışımı izledi.

İşte Viyana'da görebileceğiniz tipik bir insan profili. Hadi canım demeyin!! Çok ciddiyim !!!

Neyse şemsiyemi aldıktan sonra saatimize baktık ki vakit gelmişti. Artık doktor yolunu tutmalıydık. Adresini internetten bulduğumuz doktora gitmek için gerekli otobüs numaralarını bularak koyulduk yola. Otobüs gittikçe gidiyor, bizim inmemiz gerekeken durak gelmiyordu. Gittikçe şehirden uzaklaşmaya başlamıştık. Medeniyet kayboluyordu. Huzur evi gördük bi tane en son ve sonraki durakta indik. Etrafta site benzeri binalar var bloklara ayrılmış. Baktık bizim gitmemiz gereken blok numarası 10. Hemen karışmızda blok 3 başladık saymayaaaa dööört, tamam bu beşş, altıı, yedi, sekiz, dok.. 'E bu binalar burda bitti Ebru!!' demişim. Yol başladı, devamında yeni bir site. Yok yok kesin sokaktan sonra devam ediyordu on, onbir diye. Hava da nasıl soğuk. Hücrelerim titremekte zıplaya zıplaya geçiyorum karşıya. Ve tabiiki tahmin edersiniz ki ilk bina 10 diil ! Heh diyoruz bizi bulur anca böyle şeyler. Biz Ebruyla birlikte olunca illa başımıza saçma sapan şeyler zinciri gelmek zorunda mı ki ? offf pofff başlıyoruz her zamanki gibi : ) Hahh şurda bi tablela var aaa sitenin planı aaa on numara şurdaymış; onn numarayymışş !! : ) İki blok arasına niye koyarlar ki bulamayalım diye mi ? Derin bi nefes alıp giriyoruz binadan içeri. Bu arada hücrelerimizdeki mitokondriler donmuş, endoplazmik retikulumların donmasına saniyeler kalmış.

Doktorun kapısından içeri bi giriyoruz. O da ne! Yok biz kesin yanlış yere geldik. Burası mor çatı gibi bişiy olsa gerek. Bu insanlar da kim? Bu koltuklar nası bişiy? Aman Allahım dercesine bakıyoruz birbirimize Ebru'yla duvarlara bile dokunmaya çekinerek. Sekreterin yanına gidip hızlıca anlatıyoruz durumu. Bizim işimiz kısa alt tarafı test yapıcaksınız, kontrole gerek yok (hele ki böyle bi yerde!), bizim amacımız bu ilaç için gerekli prosedürü tamamlamak bacım hadi hallet şu işi gidelim diyoruz. Tabiiki Avusturyalı bacımız kuralcı olduğundan bu talebimizi reddediyor ve üstüne üstlük bu testin 20 euro olduğunu söylüyor. Haydeeeeeeeeeeee! E biz bunu keyfimizden istemiyoruz, doktor zorunlu kılmasa sizin bu kokuşmuş muayenenizde ne işimiz var diye içimizden geçirerek bunun sigortanın cidden karşılayıp karşılamadığını soruyoruz. Anlıycağınız gerginiz ve pintiliğimiz üstümüzde. Pes edip 'tamam yaa tamam uzat pos makinesini' diyoruz ki o da ne! Pos makinesi hak getire. Nası yaaa diye bakıyoruz birbirimize. Ve yine caaağnımın doktorlarımız(varan 2) aklıma geliyor. Hey gidi teknolojiye ayak uydurmuş caağğnım ülkemin cağğnım doktorları nerdesiniz ühühühü diye dramatize edip içimde arabesk melodiler ve emrah bakışıyla içlenmişken Ebru dürtüyor 'hadi bi an önce şu parayı çekip gelelim'. Sevgili sekreter zaten 1 saatte anca giriceksiniz içeriye çekin gelin parayı diyor ( küçük beyninden anca bunlar geçiyor ). Yapma yaaa sen çok biliyosun bakışı çakıp çıkıyoruz binadan. Ama asıl macera asıl şimdi başlıyor. Koskoca bi yol. Sağa bakıyoruz yok, sola bakıyoruz yok, olmadı ara sokaklara bakıyoruz yine yok. Kardeşim bu bankalar yer yarıldı içine mi girdi? Biz nereye geldik? Burası Viyana değil de neresi? Biz şehirde diil miyiz yoksa? Ha anladım bu bi rüya!

Biz tam 40 dakika insanlara sorup onların engin tecrübelerine göre sağa dönceksin, yok geride kaldı, burdan gelceksin, şu binanın içine girceksin yönlendirmeleriyle ellerimizi hissetmicek kıvama gelene kadar banka aradık. En sonunda yeteeeeer diye çığlıklar yükseldi ve ilk gördüğümüz otobüse bindik. Planımız açıktı: hangi durakta banka görürsek inicek sonra gerisingeri karşı duraktaki otobüsle dönecektik. 1 saat 10 dk geçmişti biz doktora geri döndüğümüzde. Ne takat kalmıştı ne ısı bünyede. Gerekli işlemler yapıldı ve biz otobüs ve ardından metromuza binip evimizin yolunu tutarken yerleri öpmek sarıp sarmalamak geçti içimizden. Köyden inmiş insan misali şehre geldiğimizi hissettik onların şehire ilk gelince neler hissettiklerini anladık.

Yaa dostlar Viyana'daki bir olaylı günümüze de veda ettik. İnanın bu olaylar ne ilkti ne de son olucak biliyorum.

Varan huzurlu günler diler : )

Cumartesi, Ekim 17, 2009

Deneme Yanılma

Gördüğünüz gibi başladım kurcalamaya şablonları.
Ve her zaman olduğu gibi daldan dala atlamaktayım.
Her seferinde de eklemiş olduklarım siliniyor, ben ısrarla yeniden ekliyorum.
Bi süre görmek istediğiniz yazılar olmazsa darılmayın, kırılmayın gelicek hepsi.

Biraz daha zaman verin kendimi bulayım..

Sabır dolu günler : )

Perşembe, Ekim 15, 2009

Vay Başıma Gelenler

Bloguma bi takım yenilikler yapmak istedim.
Şablonunu değiştirmekle başlayacaktı herşey.
Aradım, taradım bir tanesine aşık oldum.
Ben aşık olmadan bişeye sahip olmak istemem malum.
Blog çaylağı biri olarak tabi deneme yanılma yaptım.
İlla kendim yaşayarak öğrenicem ruhta var ya asilik.
Ekledim , çıkardım, bozdum, yapıştırdım derkeeeen..
A-a bir de ne göriyim!! Emek emek yazdığım tüm metinler. Kendimden bişey bulduğum resimler, yazılar, göndermeler hepsi silinmiş!!
Vardır bunun bi amacı dedim avuttum kendimi.
Yeniden başa döndüm gördüğünüz üzere.
Ama düzenli okuyanlar bilir eksiklikler var henüz.
Affedin beni biraz zaman alıcak güncellemelerim.
Ve sözüm söz fazlası gelicek teker teker.
Yakında iki blog kaydı görmeye başlayacaksınız.
Artık en çok bildiğim konuda da yazılarım eklenecek, sinema!
Çok heyecanlıyım, tutmayın beni.
Tutarsınız bilirsiniz kayıp gidiveririm elinizden, ya da bi isyan çıkarırım.

Ben de klasik bi sonla veda ediyim o zaman bugünkü yazıma

Beni sevdiğinizi biliyorsunuz : )
X o X o

Salı, Ekim 13, 2009

Gibi

Hergün aynı gibi

Ama aslında farklı da gibi

Koşmam gerekirken yürüyormuşum gibi

Hayatta hiçbişey durduğu gibi durmuyor gibi

Yapılması gereken şeyler hala bekliyor gibi

Herşey sahte gibi

Kimse inandırıcı gelmiyor gibi

Duyduklarım aslında doğru değil gibi

Hislerim herşeyi söylüyor gibi

Ama bazen duygularım hislerimi etkiliyor gibi

Yapılması gerekenler yapılmazsa insan üzülüyor gibi

Bazen anlamıyorum gibi

İnsan duygularını kapatınca daha az mutsuz gibi

Kapı açarsan sonunda sadece yıpranırsın gibi

Özgür olmak en güzeli gibi

Beklentilerden bıktım gibi

Hayat bazen yorucu gibi

Ertesi gün yeni bi hayat gibi

Müziksiz insan bi hiç gibi

Hazlar her zaman insanı mutlu etmez gibi

Yalnızken daha huzurlu gibi

Hayat bazen boş gibi

Aslında boşluk diye bişey yok gibi

Herkes herkesten farklı gibi

Bi bakıma da aynı gibi

İnsanlar zaaflarını kullandırtmamalı gibi

Bazen şevkat gerekli gibi

Sadece sırtını yaslamak güzel gibi

Tüm gün uyumak yapılması gereken en iyi şey gibi

Silmek gerekli bişey gibi

İçimden çok şey geçiyor gibi

Kontrol çok güzel bişey gibi

İntikam gururdan daha güçlü gibi

Para herşeyi satın alamaz gibi

Yalan hiç olmamalı gibi

Pes etmek bazen en doğrusu gibi

Sadece kendinin bildiği sırlarının olması güzel gibi

Duvar örülmeli, zihin kapatılmalı gibi

Kaçmak bazen en iyi yol gibi

Sessizlik sesten daha gürültülü gibi

Öfke kendini yıpratmaktan başka bi işe yaramaz gibi

Bugün olan yarın yok gibi

İç huzur en önemlisi gibi

Artık bazı şeyler için hiç çabalamıycam gibi

Olacağına bırakmak ve hiç karışmamak ihtiyacım olan gibi

Hayat hep acımasız gibi

Ama aslında böylesi heyecan verir gibi

Yazdıklarımın hepsi doğru gibi

Bunların çoğu aslında olumsuz gibi

Her cümle birbirinden bağımsız gibi

Bi bakıma da hepsi zincirin bi parçası gibi

Bu liste daha uzar gibi

En iyisi daha fazla iç karartmamalı gibi

Belki de kaçmanın tam sırası gibi

Salı, Ekim 06, 2009

Günün Başlıkları

Yeni yayın dönemimde biraz dedikoduya kulak vericez !
Gündem takibi yapıcaz, hangi köşe yazarı ne demiş, kim kiminle nerdeymiş, kim twitterda neleri eleştirmiş, hangi haber beni çok etkilemiş, hangi dizi nasılmış.
Biraz da keyiflenelim dimi amaaaa!!

Kapalı Çarşı 2ci bölümünde kadınların koyun olmadığı mesajını vermiş; tabi anlayana..

True Blood'un daha çirkini bulunabilir başrol oyuncularına rağmen bi sonraki bölümü düşünmeden duramıyormuş insan. Yalnız düzenli cinsel hayatı olmayanlar için libido arttırıcı unsurlar varmış şimdiden dikkatmiş ! :)

Dexter'ım yine Dexter'ım! 4.cü sezonuyla yine harikaymış. Yeni katilimizin gizemini bakalım nası çözücekmişiz, Dexter'ım hakkında neler öğrenicekmişiz..

Ayşe Arman ailelerdeki cinsellik sorununa eğilmeye başlamış. Doktorlarla evlilik sonrası cinsel yaşamın neden bittiğini tartışıyormuş. Evlendiniz ve yıllardır benim kocada tık yok mu diyorsunuuuzzzz! Ne duruyorsunuuzzzz! Ayşe Arman yazıyorrrrr! Okuyun, Okutun..

Yonca Tokbaş 9 Eylül'de verdiği sözü tutmuş ve bugün İzmir'imi yazmış köşesinde. İzmirle ilgili her yazıyı okuduğumda olduğu gibi tüylerim yine diken diken olmuş, özlediğimi hissetmişim. İzmirli öleceğimiz bi kez daha anlamışım. 

Sabah mutfağa bi tavuk alınmasıyle tehdit edimişim. Çünkü yemek yediğimde heryer kırıntı oluyormuş, tavuk yermiş bari hepsini. Gerekli ayarı aldım(mış) : )

Bana süpriz yapılıyormuş, Viyana'ya geliniyormuş ( yoksa prag mı ? ) !! Bu süprize bayıldım bayıldımm.

Bugün hayatıma çok güzel başladım. Neşeliyim , heyecanlıyım, kıpır kıpırım. Anladım ki bişey aksi gidince o gün olumsuz şeyler düşündüğünden değil ( çünkü çok olumlu bi günde de aksi gidebiliyor bişeyler bazen ) ; meğer daha önceki olumsuz düşüncelerden oluyormuş. Bundan sonra daha olumlu düşünürsen yarının çok daha güzel geçeceğini öğrendim.

Gülşen ( bu konuya ben de değinmezsem çatlarım orta yerimden ) sevgilim örtün derse örtünürüm demiş! İyi halt etmiş..

Bugün İstanbul'da Alman hastanesi önünde eylem başlamış. Cüneyt Özdemir sayesinde an be an takip edilmiş.

Dün Hülya Avşar'ın Habertürk'teki programında Yaşar Nuri Öztürk yayını terk etmiş. Diğer konuk da Kamer Genç'miş.(Habertürk'e pessssss demek istiyorum) Program yaptıracak daha bilgisiz, cahil, kültürsüz birini bulamamışlar mı acaba? Hülya Avşar ne sorabilir ki programın adı: Hülya Avşar Soruyor(muş)! Ama soramamış ki programı yarıda kesmişler, oh olmuş.

Joke College açılmış! Evde bir bayram havası varmış : ) Ah şimdi şu uçakta olup İstanbul'a uçmak, o güzelim mekanlara gitmek varmış ya neyseee konudan sapmayalımmış. Joke College'in tanıtımı için ünlüleri lise öğrencisi ve öğretmeni gibi giydirip resimlemişler. Görmenizi tavsiye ederim(miş). Kostümleri kim ayarladıysa saygılarımı sevgilerimi iletirim(miş).

Bir Chloe çanta kalbimi çalmış. Ama zaten her sezon bunu bana yaparmış. O paraya bu bana fazla diyerek bi sonraki sezona atılırmış..

Bugünlük bu kadarmış. Yarın yine geliriz, hoşçakalınız!!

Cuma, Ekim 02, 2009

Günün Lafı Kalbimi Çaldı : )

''Herkes kirli çamaşırlarını meydana dökmeyi sevmez.
Evet sevmeyebilirler, ama hepsi de gösterebileceği birisini bulmayı düşler.''

İşte bu!! Senelerdir içimde hissettiğim ama kelimelere dökemediğim cümleler bunlar.

Birinin yanında neden kendimi huzurlu hissettiğimi anlamadığım, ama aslında anladığım da kendime açıklayamadığım..

Hiçbirimiz sevmiyoruz çok fazla eleştirilmeyi. İnsanların kusurlarımızı görmesini.. Hep iyi şeylerle anılmak istiyoruz. Biri O nası biri diye sorduğunda öbürü hep iyi şeyler söylesin.

Mi acaba? Bunları mı istiyoruz gerçekten ?

Yoksa ? ;
Aslında biz birini ( birilerini ) istiyoruz.
Öyle biri ki :
Bize değer versin; insan olarak, karakter olarak.
Bize saygı duysun; hislerimize, yaptıklarımıza, düşüncelerimize.
Bizi önemsesin; verdiğimiz fikirleri, akılları.
Bize açık kucak olsun. Kötü zamanımızda sarılacağımızı bildiğimiz.
Bizi eleştirsin; gerekirse acımasızca. Ama bu acımasızdan kastım saygısızlık değil. İçinden gerçekten neler geçiyorsa onları söylesin.
Bize kusurlarımızı söylesin. Dobra dobra, bir bir.

İşte böyle biri olduğunda insan huzuru buluyor. İnsanlar aslında kirli çamaşırlarını dökmeyi çok istiyor. Kendi gibi olmayı istiyor çünkü. Ama bunu yapmaktan korkuyor.

Çünkü biri sana değer vermiyor, sadece seni kullanıyor.
Çünkü biri sana saygı duymuyor, duyarsa kibirini gölgelemiş oluyor.
Çünkü biri seni önemsemiyor, sadece çıkarı için öyle görünüyor.
Çünkü biri sana kucağını açmıyor, açık arıyor.
Çünkü biri seni aslında eleştirmiyor, seni aşağılıyor.
Çünkü biri sana kusurlarını söylüyor, bu kendini daha iyi hissettiriyor.

Çıkarsız günler dilerim

Perşembe, Ekim 01, 2009

Bencil

Size hiç duymak , düşünmek, bilmek ve inanmak istemeyeceğiniz şeylerden birini açıklayacağım bugün!

Hazır mısınız ? İşte başlıyoruz:
Hepimiz benciliz! Hem de çok bencil! Öyle ki hiçbirimiz bişeyi aslında kendini düşünmeden yapmıyor. Birine yardım ederken, birini dinlerken, biri için biyere giderken, birine akıl verirken vs vs.. Aklınıza ne gelirse işte. Bunların hiçbirini aslında o masum melek kişiliğinizle sadece ve sadece karşı tarafı düşündüğünüz ve onun iyi olmasını istediğiniz için yapmıyorsunuz. Öyle yaptığınıza inandırıyorsunuz kendinizi.
Gerçeklerle yüzleşmeye korkuyorsunuz. Ama bugün gerçeklerle yüzleşme zamanı!

En yakın arkadaşınızdan biri size derdini mi anlattı? Onu kaybetmemek, yalnız kalmamak için dinlediniz.

Birine sadaka mı verdiniz? Sadece ruhunuzu arındırmak, bi an olsun birine iyi bişey yaptım diyip kendinizi iyi hissetmek için yaptınız.

Yoksa birine yol mu verdiniz? Ahh ne kadar da kibarsınız! Bu kişi sevgilinizse veya hoşlandığınız biriyse onu etkileyebilmek için yaptınız; yani aslında kendiniz için. Ha yok tanımadığınız biri miydi sadece? O zaman da yine ne kadar iyi bi insan olduğunuzu kendinize kanıtlamak için; yani ruhunuzdan bi makas aldınız yine. Heheyt koçum ruhum!

Daha derine iniyorum. Ailenizden biri öldü ve günlerce , haftalarca ,aylarca hatta yıllarca kendinize gelemediniz mi? Çok üzgünüm ama siz gidene değil, kalana üzlüyüyorsunuz aslında.. Yani kendinize! Napıcam onsuz diyorsunuz içten içe. Beni kim sevecek o kadar? Kim dinleyecek? Kim affedecek? Kim vırvır, kim zırzır.. Bi bakın bakalım şu cümlelere! Kimi düşünüyorsunuz aslında? Kime ağlıyorsunuz?

Yalnız kalıyorsunuz aslında. Giden biri olursa hayatınızdan ve o çok sevdiğiniz ve değer verdiğiniz birisiyse ( ki aslında bu da bencilce bi durum çünkü kimse kendini sevmeyen ve değer vermeyen birini sevmez) o zaman çok üzülürsünüz. Çünkü bi kişi eksilmiş olur beyaz kaplı listeden. Biraz daha yalnız kalmış olursunuz.

Burdan varmak istediğim şey aslında yüzleşme. Herkesin kendisiyle yüzleşmesi.

Ben bütün bu bencilliğin farkındayım ve belki de bu yüzden duyarsızım bişeylere şu hayatta. Çünkü (yine bencillik yaparak) kendimi üzmek istemem. O yüzden kimseye sımsıkı sarılmam. Elimden bişeyler veya birileri kayıp gidince kırılmasın üst ve alt benliğim diye. Ve tabiiki aslında kimsenin bişeyi benim kara kaşıma kara gözüme yapmadığının da farkında olmamdan çok da değerli gelmez benim için yapılanlar.

Bu kadar ağır konuşma yeter ha?!
O zaman haydi bakalım iyi düşünceler size; sabun koydum leğene vay başınıza gelene : )

Çarşamba, Eylül 30, 2009

Senin İçin Rüzgarda Hep Yağmur Mu Var ?

Bazı insanlar vardır. Başına gelen olumsuz şeyleri anlatmadan kendi iç huzurunu bulamaz. Karşı taraftan onay ya da onaylamama değildir duymak istediği. Sadece sesli düşünür. Anlatır, öfkelenir, bağırır çağırır, küfreder.

Sen bakarsın anlattığı duruma. E tamam olmuş bitmiştir olanlar. Yapılması gereken bellidir. Sen istesen de istemesen de onu uygulayacaksındır. Bunu söylersin. Aslında demek istersin ki : Yahu ne uzatıyosun? Olmuş bitmiş. Konuyu kapat artık. Niye mızmızlanıosun. Onu yapcaksın nokta. Başka bi konuya geç!

Nı-ıhhh ! Yooook! Mız mız mız + vır vır vır.. Başının etini yerler. Ve sen bi bakarsın ki gittikçe gerilmeye başlamışsın. Sinirlerin uyanmaya başlamış. Beyninde ve hormonlarında bi hareketlenme. Bi tüylerde yavaş yavaş kalkma durumu. Hafif de başım mı ağrımaya başladı ne?

Ben istemiyorum çevremde böyle insanlar olsun. Çünkü bi kalkanım yok onların yolladığı negatif görünmez ışınları savuracak. Böyle bi kalkanım da olsun istemem doğrusu. O zaman duyarsızlaşır insan, duygusuzlaşır. Gerçekten ihtiyacı olana da destek olamaz konuma getirir seni o kalkan.

Ama işte çoğu boş zırvalayan eksi yüklü organ yumağı oldukları için bu insanlar, ben artık kulağımı tıkıyorum onlar anlatırken. Bana müsade şurda inicek var diyorum. Hemen kaçıyorum o ortamdan. Ya da hiç konuşmuyorum, fikir söylemiyorum. Desem de kaç yazacağını (yani yazmayacağını) biliyorum. Daha fazla gerilmeye ne gerek var. Senin saçma mutsuzluğun için ben mi sıkıcam canımı?

Burdan o insanlara seslenmeden de durmak istemiyorum. Vazgeçin artık şu mızmızlardan. Olmuş! Bitmiş! Yapılması gerekeni biliyorsun! Tamam istemiyorsun! Ama yapılacak başka bi seçenek var mı? Yok! EEEEE! Yap şunu kurtul o zaman! Bu konunun sayfası hala neden açık? Çevirir misin şu sayfayı artık lütfen!?

Sakin ve huzurlu günler

Pazar, Eylül 27, 2009

Dileğini Tutmuş Sayar Sonsuzdan Geri

İTunes listemi yenilemek istedim bugün. İnsan sıkılıyor bir süre sonra aynı şarkıları dinlemekten. Tabiki yerine yeni albümler ekleniyor zamanla. Ama bazen de eski dosyalardakileri eklemek gerekiyor. İşte ben de bugün bikaç eski dosya ekledim listeme. Bunlardan biri de başlıktan da anlaşıldığı gibi Vega'nın albümü oldu.

Yıl olmuş dinlemeyeli. Kulağımın önündeki eskimiş melodileri atıverdi. Ve O şarkıyı dinlerken önce eskiden ne hissettiğim geldi aklıma, ya da neler. O zaman kimler vardı hayatımda, ne gelişmeler vardı ve ben neler dilemiştim. Bu şarkının bendeki anlamı neydi o zaman. Sonsuzdan geri saymıştım ve saydıklarımın hangileri sonsuzu beklemeden gerçekleşmişti.

Farkettim ki bazı dileklerimden vazgeçmişim. Yerine 'update' edilmişleri gelmiş ve yepyenileri. Eskiden en çok kariyerle ilgili dileklerim olurdu. Hoş yine var. Ama bu sefer sonsuzdan saymıyorum ,anladım. Daha güvenim gelmiş kendime demek. Daha çok büyümüşüm, tanımışım kendimi.

Bi dilek var ki.. Onu biraz uyarlamışım ama kalmış o. Sayıyorum hala sonsuzdan geri. Sevmek istiyorum birini. Çok sevmek! Hayatımı feda edebilcek kadar. Biliyorum çok arabesk bu. Ama öyle istiyorum işte. Sadece bununla kalmıyorum tabi. Bunların hepsini O'nun da benim için yapmasını istiyorum. O her kim olursa, bi an önce karşıma çıkmasını. Beni benden almasını.

Güvenmeyi.. Çok güvenmeyi. Beni hiç hayal kırıklığına uğratmamasını. İçindeki herşeyi benle paylaşabilmesini.

Cesur olmasını.. Öyle ki ben O'na gülsem de kızarmıycak yanakları. Dalga geçicem o bana kızmıycak, kırılmıycak, aksine sımsıkı sarılıcak bana, hoşuna gidecek söylediklerim içten içe. Hiçbizaman ne düşünceğimden korkmadan bana sormak istedğini sorucak.

Benden bi ışık görmesine gerek kalmadan adım atmasını.. Yani çok güçlü olacak. Benim O'nu reddetme ihtimalime rağmen hiç düşünmeden gelicek. O kadar çok sevicek ki sonuçlar umrunda bile olmuycak. Sonuna kadar gidecek.

Veee.. Benden hiç ama hiç vazgeçmemesini. Her ne kadar ben bir gün öyle bir gün böyle olsam da her gün benle yeniden tanışma hevesinin bitmemesini..

Cuma, Eylül 25, 2009

Acı Biber

İnsanoğlu enteresan bi yaratık. Hayvan mı demeliydim bilemedim. Genetik bi bozukluk sonucu böyle gelişmiş bi ırk daha doğru belki de..

Hep hayvan mı kalsaydık keşke ? Balık mesela ? Hafızamız 2-3 dklarla sınırlı olsaydı. Birine olan iyi veya kötü herhangi bi hissi hatırlamasaydık. Kavgaları silseydi beynimiz hemen. Kin olmazdı o zaman. Ahlak da olmazdı, yüzyıllardır süregelen gelenek görenek de olamayacağı için ;hafızamız en eski 2 dk önceyi hatırladığından.

O zaman istediğimizi yapardık. İçimizden ne geliyosa.. Düşünmezdik acaba bu yaptığım doğru mu diye. Sorgulamazdık ne kendimizi, ne de bi başkasını.. Sorgulasak kaç yazardı ki 3 dk sonra hatırlamadıktan sonra.

İnsanın kendi içinde çelişmesi ne zormuş. Kafası kremalı sebze çorbasına benziyormuş. O kadar çok sebze oluyomuş ki tadlar karışıyomuş birbirine. Birini ayırt etmek isterken öbürüne takılıomuş akıl. Bi de üstüne krema eklenince olanlar oluyomuş. İyice içinden çıkılamıyomuş.

Bu sebzelerin içinde çok lezzetlileri varmış. Hatta bi kısmı yeni keşfedilmiş. Onların tadı damağa geldiğinden doyum olmazmış. Ama başka bi sebze araya giriverip bu mutluluğu bozuverirmiş. Sorgularmış yeni tadla olan doyumu. Hemen koyuverdin kendini dermiş. Sen böyle biri misin, yakışıyo mu sana ? Sen kolay kolay salıvermessin akıntıya kapılıvermessin bi anlık duygu, heves, haz uğruna dermiş. Bi başka sebze daha onaylarmış ardından. Ve bi başkası. Ama baskın bi sebze tadı geliverip booşşveeeeer diye rahatlatırmış dudaklarımı. Bi kere de bırak kendini boşluğa, rahat ol, olmazsa olmaz dermiş çok sakin bi şekilde. Onu destekleyenler çıkarmış tuz mesela. Hele zeytinyağı da tek kelimeyle üste çıkıverirmiş: Amaaaaan..

Dilim dünden razı tabi yelkenleri koyvermeye. Hemen rahatlayıverirmiş baskın sebze ve yandaşlarının sözleriyle. Olmazsa olmaz diye tekrarlarmış içinden.

Gün gelirmiş pul biber sürtünürmüş dudaktaki çatlaklarıma. Acı acı yakarmış. O zaman kendine gelirmiş dilim de. İrkilirmiş bi anda. Hata olarak görmek istemese de bu hızlı kapılmayı, suçlarmış kendini inceden. Yine de dayanamayıp kapılırmış arada yeni sebzeye. Ama azalırmış günden güne isteği onu tatmaktaki.

Şimdilerde ise tamamen bitsin istiyo. O sebzenin bi özelliği olmadığını görüyo belki de yavaş yavaş. Diğerlerine haksızlık ettiğini düşünüyo belki de, ya da başka bi sebzeyi beklemesi gerektiğini ve bu süreçte de uslu durması gerektiğini.

Hoş aslında dudaklarım da dilim de gayet iyi biliyor aslında neyi istediğini. Ama bazen tutamıyor kendini.

İşte o zaman balık olmayı diliyor beynim. Unutmayı.. 2dakika..

Salı, Eylül 22, 2009

Boşluk? Doluluk?

Bazen insanın kafası karışıyor. İçinden çıkılamaz bir hal alıyor. Ya da insan öyle zannediyor. Lanet hormonlar bize sanki çıkmazdaymışız gibi hissettiriyor. Böyle zamanlarımda sevgili hormonlarıma içimden bir güzel sövüyorum!
Bu hormonlar her zaman biriyle,genelde de en yakınınla konuşunca da öyle kolay kolay yatışmıyor haaa.. Amaaan siz yatışmayın sevgili hormonlarım. Aman haa beni adım adım buhrana sürüklemeye çalışın. Ben size sürekli karşı geliyim ama siz hiç yılmayın e-mi ?
Bugün gerginim sayın seyirciler : ) Bugünlerde ardarda yapmam gereken çok şey var. Hiçbişey sıkışmadı ya da birikmedi. Ama hepsi de birbirinden önemli. Ve ben hepsini başarabilecekmiyim, üstesinden gelebilecek miyim? İşte tam da bunları düşündürken o sevgili hormonlarım yeniden harekete geçiyor ve içimi yiyip bitiriyor!
Böyle zamanlarda bi haykırma, hiç konuşmama, pusma, öfke, hiçbişey yapmama isteği. Ama en çok da yakarma. Birine, bişeye. 'Lütfen bana yardım et' deme isteği.. 'İstediklerimi yerine getirmeme yardım et'.. 'Bu işlerin içinde çabucak sıyrılmama'..

Hormon aşımsız günler!

Perşembe, Eylül 17, 2009

Sıkıntı , Çaresizlik , Umut

Sevgili Günlük diye başlamak istedim bugün yazıma. Çünkü şimdiki anlatacaklarım bugünümden ibaret. Ve bir günlüğe yazılabilecek nitelikte şeyler.

Bende içinde tanrıdan bi parça taşıyan biriysem eğer, bugünü lanetliyorum. Sana söylüyorum ey 17.09.2009!! Sen bir daha hiç yaşanma ve bi an önce çek git hayatımdan !

Sadece olumsuz yönlerini görmek istersem :
1. Bugün başlayan yeni okul dönemimin ilk dersi berbattı. Ders saati dolmadan koşarak uzaklaştım. Detayları paylaşmak bile istemiyorum.
2. Başka bi dersle (hatta derslerle) ilgili çok önemli bi detay öğrendim ve bu okul dönemimi en az(!) 1 yıl ileri attırdı.
3. Hayatımın kadınıyla kavga ettim. (Ey o kadın! Bu yazımı bir gün okursan, sana burdan seni herşeyden çok sevdiğimi bir kere daha söylemek istiyorum. ) ö-höm bi dakka bu kısmı olumsuz olmalıydı :)

Nı-ıh.. Yoook.. Ben beceremiyorum. 3te çuvalladım bile. Olumsuz düşünmeye çalıştıkça bikaç seçenekte kalıveriyorum. Bana göre değil olumsuz düşünmek anladım ben!

Geleliiiim olumlulara:
1. Uzun süredir görmediğim 2 arkadaşımı derste gördüm.
2. Bu arkadaşlarımla ders çalışma kararı aldık. (uzuuun zamandır aradığım beraber çalışma arkadaşlarımı böylece bulmuş oldum.)
3. O dersin önemli detayını daha yolun başında görmüş oldum. Buna göre ayağımı yorganıma göre uzatır oldum.
4. Okulum uzadı evet. Amaaaan naapıyım yani ? Öleyim mi ? Oku kızım Irmak. Okumak güzel şey. İnsanlar üniversite okuyamıyor bak 5ci senen bitti haalaaa okuyosun : )
5. Bugün doktorumdan çok harika bi tavsiye aldım.
6. Bu olumlu düşüncelerim bitmez benim, bakmayın suratımın asık olduğuna; içimden kıs kıs gülüyorum.

Veee bence en önemlisi şuydu: Bugün astroloji takvimine göre yılın en gergin ve negatif günüymüş. Venüs'ün, Güneş'in (yıldızları büyük harfle yazmayı unutmuyoruz, sizi öpüyorum Işık Hoca'm) tam 180 derece karsisina geldigi ve Dünya ile arasına girdiği, bu yüzden Güneş'in tüm pozitif enerjisini yuttugu günmüş! Yani bugün herşey olumsuz olmalıydı değil mi ? Hiç de değil !! Bi kere benim içimde bi tanrı var. Dolayısıyla herşey benim elimde olduğuna göre yine pozitifimi Venüs'e kaptırmadım ve bir yarışma programından bi telefon aldım. Sanırım 3-5 bişey kazandım.
Veya kazanmadım tamamen kandırıldım. Peki bu önemli mi? Tabiiki değil! Böyle bi günde siz günümüzün talihlisisiniz diye arandım mı? Eveeet! O zaman Venüs'e göre ben KA-ZAN-DIM!

A bi de unutmadan.. İngilizce kelime hazneme çok anlamlı bi sözcük de kazandırdım: 'All-ways'

Çarşamba, Eylül 16, 2009

Aşk İstiyoruz

Yaz ortasında yüzmekle meşgulken bir arkadaşım beni sarsan bi soru sordu: 'Irmak sen hiç aşık oldun mu ?'.
Haydeee.. E ben ne güzel yüzüyordum! Hatta az önce bi güzel güneşlenmiş , kitabımı okumuş, harika bi salata yemiş (diyette diildim tamam mı!) , bu kadar gebeşmeden sonra bu arkadaşımın da ısrarıyla sahilden ayrılmadan ve parti başlamadan yüzme kararı vermiştim.

İlk başta güldüm bu sorusuna. Hiç önemsemedim. Ona Nil'den bi şarkıyla karşılık verdim : 'Anne ben aşka inanmam. Önce aşık olmam gerek.' Gülüştük. Sorma sırası tabiiki bendeydi. Meğer zamanında feci kaptırmış bizimki kendini birine. Pek de güzel anlattı. Dinledim bi güzel, kendimi zaman zaman onun yerine koydum.

Yüzmeye devam ettik. Ama ben çoktaaan çıkmıştım denizden ve başka diyarlara yol almıştım zihnimde. Bugüne kadar yaşadığım ilişkileri düşündüm. Hiç aşık oldum mu ki acaba dedim kendime. Bu çocuk niye kafamı karıştırmıştı ki benim durduk yere!

Ve sayın seyirciler, ben tüm yaz aşkı düşündüm. Bunun üzerine çeşitli makaleler okudum. Aşık olan arkadaşlarımı dinledim , hatta bildiğin röportaj yaptım : )

Ne zor şeymiş aşkı anlamak ! Hem çok istedim aşkı , hem hiç istemedim. Ama şunu da gördüm ki, aşk herkese göre farklı bişey. Kimi uğruna herşeyi feda etmiş, kulu kölesi olmuş, ne hata yaptıysa görmemiş duymamış bilmemiş (daha doğrusu öyle olsun istemiş,öyle inandırmış), kimi ölmüş uğruna ama zindan etmiş karşı tarafa dünyayı, paylaşamamış kimseyle, sorgulamış da sorgulamış, herşey güzelken dünyanın en mutlu insanı, ona kızgınken içinde gizli bi katil olduğunu hissetmiş, öyle öfkelenmiş.

Ben bilemedim. Hala sordum kendime. Bu kategorilere sokamadım kendimi. Acaba oldum da benim aşka bakışım başka mı dedim. Sonra bu arkadaşımla dün tekrar konuştum. Dedim allah cezanı vermesin tüm yaz bitirdin beni. Bunu sen kafama soktun sen çıkaracaksın dedim! Söyle bana aşık oldum mu ben hiç? Yoksa oldum ama kabul etmek istemiyor muyum?

Çok güzel bi cevap aldım: Hayır olmadın! Çünkü olsan bunu göğsünü gere gere söylerdin, öyle bişey aşk..


Bol aşklı günler !

Perşembe, Eylül 10, 2009

İstanbulsuzluk

Viyana'ya gelince çok sevdiğim arkadaşlarım ve kuzencimden aynı tepkiyi aldım: 'Seni çok özledim. Çok alışmışım sana.'

Ahh bi bilseniz asıl benim size ne kadar çok alıştığımı ! Küçücük bi dünya yaratmışım İstanbul'da kendime de haberim olmamış hiç. Bilseydim belki daha önceden tedbirimi alıp kendimi hazırlardım Viyana'ya.. Ulusal Irmak'ın Viyana'daki 5ci yılı festivalleri düzenlenicek, bense hala üzülüyorum gelirken. Hele bu seferki acı koydu be. İlk gelişim kadar olmasa da ikinci gelişim kadar acı koydu.( Acı oran 2 / 5 )

Bi şehire alışmak ,bağlanmak kötüymüş azizim. Bi ben değilim tabi bu şehirde bi parçasını bırakan, çook duydum dayanamayıp yıllar sonra geri dönen, bir kere gelip bi daha kopamayan.. Benimki de o hesap olucak sanırım. ( Bi Nihan'ı anlayamadım bu konuda, nası seve seve bırakıp gidiyor şu şehri. Bana da bi parça verse o hevesten keşke.)

İşte İstanbul'da özlediğim küçük ayrıntılar : İşten 5'te çıkıp ( övünmek gibi olmasın, aman ha kimsecikler çatlamasın ,patlamasın ) Metrocity'de ve Kanyon'da biraz gezinmeyi, eve dönüş yolunda akşam ne yemek yapacağımı düşünmeyi, eve gidip Ufuk gelene kadar ortalığı (kısmen) toplayıp yemeği hazırlamayı, Ufuk gelince bana sorduğu gündelik soruları, yorgun gelmesine rağmen her zaman güler yüzlü cici bi kuzen olmasını, akşamlarımı onunla sohbet ederek , film izleyerek, puzzle yaparak geçirmeyi, Sevda bugün bizde kalıcak mı diye hergün umutla sormayı ve bazen olumlu cevap almayı, Ufuk'un hafta sonu gelen arkadaşlarını ve onlarla oynanan oyunları ( her zaman yenmemin bu özlemde payının büyük olduğunu düşünüyorum!) , Memo'yu sürekli arayıp sıkıştırmamı ( misal: nasılsın, nasıldın, o iş nooldu, peki bu iş nooldu, onu yapcam demiştin sonuç nooldu, bunu da yaptın mı, dün naaptın, bugün naapcaksın, yarın naapcaksın), onunsa hep yatak döşek yatmasını :), Nişantaşı'nı!! (kalbimde taht kurdu bu semt), hadi Bebek üzülme seni de, her sabah koşa koşa gittiğim işimi ( reklam vermiyim şimdi ,) şirketteki asık surat Demet'i , cici Annette'i, kokoş Ayça'yı, politik Rozi'yi , ayarsız finans departmanını, korkulu rüyam Tero ve Pietari'yi (allah onlarla konuşmayı nasip etmedi ,aminnn ), IT gülü Cem'i ve gündüzlerimin sultanı sevgili patronum Başak'ı !

Ruhum işte bu benim kuralım dedi

'Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?'' diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli

Ruhum bu hikayeyi çok beğendi

Bir abdal bir şehre gelmiş. Buranın halkı yabancılara hiç güvenmezmiş. ' Defol !' diye bağırmışlar dervişe. ' Hiçbirimiz seni tanımıyoruz!'
Derviş sükunetle cevap vermiş. ' Ben kendimi tanıyorum ya, önemli olan o. İnan olsun, şayet öbür türlü olsaydı, yani siz beni bilseydiniz ama ben kendmi bilmeseydim, çok daha fena olurdu.'

Ruhuma göre aşk..

  • karsisinda butun duvarlarini yikip, butun zirhlarini cikarip cirilciplak kalabilmektir
  • madden yaninda olmasa da, manen yaninda oldugunu hissettirmesidir
  • bitince selaleden baktiginda sonunu goremedigin bi yukseklik, yuzune carpan sudur
  • sarilmanin en anlamli oldugu andir
  • koynunda uyutmaktir
  • hayatı kolayca zorlaştırmaktır
  • canını acıtacak bişeyler bulabilmektir
  • saatlerce ağlamaktır
  • sabaha kadar gözünü kırpmadan tek bi noktaya bakmaktır
  • 'O'nunla hayallerinin ortak olmama ihtimalinden korkmaktır
  • elinde olmadan söylediği her kelimeyi hafızana kazımaktır
  • bazen kendine inanamamaktır
  • sonsuz mutluluk ve huzur hissidir
  • biçok şey olumsuz gitse bile O'nun hayatımda olduğunu hissetmenin herşeyi bi anda olumlu göstermesidir
  • hergün yeni bi 'sen'e uyanmaktır
  • farkında olmadan gelecek planlarını ona göre hazırlamaktır
  • hiç düşünmeden onunla herşeyi yapabilecek gücü kendinde bulmaktır
  • karsisinda butun duvarlarini yikip, butun zirhlarini cikarip cirilciplak kalabilmektir